20 Nisan 2010 Salı

Kelden Yakalanmak

     Bayram namazında akrobatik hareketler yaptığım caminin bu kez de iç kısmında, yanılmıyorsam yine dedemle geldiğim teravih namazındayız. Yaşım 9 civarı olmalı. 
     Neyse efendim, söylediğim gibi bu kez dağda bayırda değil, caminin içindeyiz. Namaz başladı, hiç takla atmadan ben de başladım, doğru düzgün gidiyor her şey yolunda. Derken bir ara secdeye varıldı, ardından kalktım ayağa elleri kavuşturdum, namaza devam ediyorum. Fakat ayağımın, topuklarımın altında, sanki böyle kıvıl kıvıl bişeyler hisseder gibi oldum ama namazın ciddiyetini de bozmamak için dönüp bakmadım. Aradan biraz zaman geçti, hareket hala devam ediyor. Bir şiddetleniyor, bir yavaşlıyor ama kesinlikle var bir hareket. 

     Artık dayanamadım bir süre sonra, dedim bir bakayım neymiş bu... Ve o anda hayatımın en tuhaf ve galiba en komik görüntülerinden biriyle karşılaştım...


     Efendim olay şu ki, ben secdeden kalkarken, arkamdaki zavallı amca hala secdedeymiş. Alnını yere dayayınca da kelini örtmek için uzattığı saç dilimi (evet saç dilimi) komple öne doğru uzanmış... Derken ben secdeyi bitirip de ayağa kalkınca topuklarımın altında kalmış adamın saçı. Adam secdeye mahkum... Kafa yerden kalkmıyor. Çekiyor çekiyor kendini zalim topuklarımdan kurtarmak için, ama ben namaz ciddiyetini bozmamak kaygısıyla dönüp bakmadığımdan çaresizce yere kapaklanmış çırpınan bi adam görüntüsü vermekten öteye gidemiyor... Olmuş kıpkırmızı... Bütün cami ayakta, bi tek bu adam "en mümin benim" dercesine secdede sabitlenmiş duruyor...

     Ben az bi parmak ucuna kalkınca "FLOP" diye çekti saçını adam ayağımın altından, bir saniye sonra da caminin en tuhaf saç biçimli adamının aynı zamanda en kırmızı suratlı adamı da olduğunu gördüm... Sanırım bunda benim de payım büyük...

     Bir keresinde bir mümini kelinden yakaladım....

                                         bikeresindeblog@gmail.com

14 Nisan 2010 Çarşamba

Bayram Namazında Ayak Uyuşması

     Küçüğüm, dedemle birlikte bayram namazına gidilecek. Gayet mutluyum bi gece öncesinden... Erken kalkılacak falan, atraksiyon olacak... Monotonluk bitecek... Bu da bi enerji yaratmış bende, hevesle yattım ki bi an önce sabah olsun. 


     Tahmin edebileceğiniz gibi sabah oldu tabii... Biz de hazırlıklarımızı yaparak Güzelyalı Hakim Efendi Camii'ne doğru yola çıktık. Bilen bilir, Selma Yiğitalp Lisesi'nin hemen karşısında, Müdafaa-i Hukuk İlköğretim Okulu'nun da yanında  bulunur bu cami ve arkasında bir yamaç vardır. Yamaç dediysem, dağ yok tabii ortada ama, zamanında cami bir tepeye inşa edilirken, tepenin cami yapılmayan bölümü aynen kalmış. Yeşillik bi yer. Normalde orada namaz kılınmıyor ama bayramlarda her taraf dolduğu için orada da, hatta caddede bile kılınıyor.
     Bizim de kısmetimize bu yeşillik düştü.


     Tabii baya bir erken gitmiştik. Oturduk dedemle seccadelerimize, imam anlatıyor, biz dinliyoruz, bu arada yeni yeni insanlar geliyor. Derken o yeşillik alan doldu, insanlar cami sokağı denilen 56 sokağa seccade yaymaya başladı...
     Bu arada vaaz da uzadıkça uzadı... Biz böyle ayaklarımız altımıza kıvrık oturduk dinliyoruz ama yokuş bir yerde duruyoruz tabi... Bi boşluğunuza gelse, sağ taraftan yuvarlana yuvarlana caddeye kadar düşmek mümkün, öyle yokuş... Yokuş olması bi yana, zemin de düzgün olmayınca ayaklarım epeyce acımıştı önceleri ama sonradan acı duymaz oldum.


     Acı duymayışımın sebebi hocanın konuşmasının güzelliği ya da ayaklarımın o pozisyonuna alışmam değilmiş meğer. Ayaklarım uyuşmuş.


     Derken namaza başlanacak, herkes ayaklandı, "Tekbiiiir" dendi ki, bununla birlikte eller kulaklara kalkıp namaz başlıyor ama ben bambaşka bir alemdeyim o sırada. Ayaklarım, popomun altında ne şekilde duruyorsa, ayağa kalktığımda da öyle duruyorlar. Ayaklarımın dış taraflarıyla basabiliyorum sadece, kazık gibi olmuşlar ve düzeltemiyorum. O da bişey değil, bastığımı da hissetmiyorum, tamamen hissizleşmişler. Hissetmeyince de ayakta durmak, hele öyle bi yokuşta, kazık gibi olmuş ayak bilekleriyle... İmkansız...


     Millet Tekbiir diye ayaklandı, ben de kalkmaya davrandım ama anında yuvarlanmaya başladım yokuş aşağı... Tuttular beni kaldırdılar, seccademe kadar getirdiler... Getirenler bi bırakıyor, hoop ben gene başlıyorum yuvarlanmaya...


     Ayaklarımın dışına basıyorum ve öldürsen tabanlarımı yere getiremiyorum olmuyor. En sonunda 2-3 kişi kolumu tutarken baktım sağlamca basıyorum, dedim "Tamam bırakın." Bıraktılar. Bu defa da direk gibi yüzüstü yıkılıverdim...


     Millet ilk rekatı bitirdi, benim etrafımda bambaşka bi kumpanya var. Dikiyorlar devriliyorum. Rezillik...
     Hacı kalkmaz olduk resmen...


12 Nisan 2010 Pazartesi

RULOKAT

     Rulokat yeni çıkmıştı. Evet, hepimizin pek bi severek yediği ve bittiğinde üzüldüğü o şey...Küçüktüm, bi kere alıp yedim heralde. Derken, bir pazar günü canım yine Rulokat istedi...
     Koştum babamın yanına dedim "baba para vir, gitçem rulokat alcam." Babam ne alacağımla çok da ilgilenmeden verdi parayı koştum, bakkalımız Mahmut Amca'ya gittim. A, Mahmut Amca kapalı. Pazar tabi, adam tatil yapacak, benim Rulokat ihtiyacımı göz önünde bulundurması beklenemez. Çaresiz yan sokaktaki bakkala gitmek zorunda kaldım.


     O adamı pek tanımıyorum. Bakkal konusunda tutucu biriyimdir. Genelde bir tane bakkalınız olması gerekir bence. Mümkün olduğunca ondan sapmamalı. Ama ben pazar günü olması ve Rulokat tutkumu durduramamam nedeniyle o bakkala gitmiştim işte...
     Girdim bakkala "Bakkal amca rulokat alıcam" dedim. Sizce bi sorun var mı? Bence yoktu. Ama bu soruyla, sorun da başladı. Çünkü bakkal bana bi kaç saniye anlamsızca baktı ve "efendim?" dedi anlamayarak. "Rulokat" dedim tekrar... "O ne ya?" dedi bakkal...


     Benim bildiğim, bakkal her ürünü tanır, hatta bize önerir... Yani o bana "Rulokat alsana" dese, ben "o ne ya?" diyebilirim ama bunu bakkal yapınca küçük beynim dumura uğradı... (Beynimin küçük olması, çocuk olmamdan, yani kendimin de küçük olmasından ileri geliyor, hakaretengiz çağrışımlar olmasın lütfen) 
     "Ya" dedim, "rulokat işte. Böyle rulo, kat kat..."
     "Oğlum" diyo adam da, "gofret mi, çikolata mı nedir o?" diyo... Adam da haklı, bi düşündüm gofret desen değil, çikolata desen değil, bi acaip bişey... Ben salak salak tarif ediyorum, "yani böyle yuvarlak işte, böyle oluyo içinde de ne güzel bişi bu böyle ama..." falan gibi şeyler saçmalıyorum...


     "Bi dakka" diyerek, arkaya dolabın arkasına geçti adam. Orada bi raf dolusu Rulokat olduğunu hayal ederek bekledim... Arkası dönük olduğu için tam göremediğim bişeyler yaptı, bi süre sonra geldi tekrar, elinde kese kağıdına sarılı silindir biçiminde bişey... Dedi "al, şu kadar para"...
     Verdim parayı mal gibi, aldım o koca kese kağıdını, mutsuz mutsuz, sinirden ayaklarımı yere vurarak geldim eve. Kandırılmış gibi hissediyorum. Attım elimdekini masanın üstüne. Annemler sordu "bu ne?" diye... Dedim "Bilmiyom!"


     Açtı annem, yufka çıktı içinden... Rulo şekline sokmuş herif yufkayı, vermiş bana. Al sana kat kat rulo... Babam da diyo ki, "sen bunu mu istiyordun?" "Hayır" diyorum, adam da haklı olarak "e o zaman niye alıyosun?" diyor...


     Hey allahım, harbiden madem bu değil niye alıyorum di mi... Ben de anlamadım...


     Bi keresinde canım Rulokat çekti... 


Kuru Pasta Yoktur Kurabiye Vardır!

     Küçükken bizim bakkalın yanındaki eczane kapandı, yerine bir pastane açıldı... Annem çok güzel pastalar yapıyor olmasına rağmen, hazır tüketimin çekiciliğinden olsa gerek "Anneee!!! İllana o pastalardan alıcam! Para vir banaaaee" diye tutturasım geldi ve tutturdum...
     Annem de ne yapsın yazık verdi bana parayı gittim pastaneye. Hayatımda ilk kez pasta alacağım... Heyecan dorukta... Beri yandan kendi aldığım pastayı lüplemek de bi hayli hoş olacağı için bu beni motive etmekte...
     Neyse, vardım pastaneye girdim içeri, beyaz önlüklü birilerini hatırlıyorum hayal meyal. Ama benim konuştuğum adam bıyıklıydı...  Nefret ediyorum o adamdan. Aradan geçen 26-27 yıl bişey değiştirmedi bende... 




     Efendim sorun şu ki; ben girdim içeri gayet efendice, "kolay gelsin amca, pasta alıcam" dedim. Ruhsuz bakışlı herif "yaş mı guru mu?" dedi...
     Ana! O ne ya? Bildiğin pastayı biliyorum ben, "yaş mı, kuru mu" da ne ola ki? Bi süre durdum, dedim ki "Bilmiyorum." "Git annene sor öğren öyle gel." dedi. Eşşek herif göstersene işte di mi, şundan mı bundan mı diye... Bi daa eve yolluyo beni...


     Eve yollanmak bişey değil, eve neden gittiğim çok çetrefilli ve trajik. Hayatımın en salak sorusunu sormak üzere ve gidiyorum:
     "Anne, ben yaş pasta mı istiyorum, kuru pasta mı?